Nehcü’l Belağa’nın 160. Hutbesi birkaç eksen üzerinde toplanmıştır.
Birinci eksende Allah’ın azametinden ve Allah’a hamd etmemiz gerektiğinden bahseder. Bu bölümde Hz Ali (a.s.) Allah’a olan şükrümüzün farklı olması ve bunun dünyadaki etkisini görebilmemiz gerektiğini söylüyor.
“O'nun hükmü kesin ve hikmet esasıncadır. O'nun rızası eman ve rahmettir. İlimle hüküm verir, hilimle affeder.
Yarabbi! Aldığın ve verdiğin şeylere hamd olsun. Verdiğin afiyet ve belalara hamd olsun. Seni en güzel şekilde razı edecek, sana en sevimli gelecek, senin katında en makbul olacak hamdla sana hamd ederim. Yarattığın şeyleri dolduracak, istediğin makama ulaşacak bir hamd! Senden gizli kalmayacak ve katında hiçbir kusur taşımayacak bir hamdla hamd ediyorum. Sayısı kesilmeyecek, uzunluğu bitmeyecek bir hamdla! Çünkü biz senin azametinin künhünü hakkıyla bilemeliyiz. Ancak biz, Hayy ve Kayyum olduğunu, uyku ve uyuklamanın seni tutmadığını biliyoruz. Sana hiç bir bakış ulaşamaz. Hiç bir göz seni idrak edemez. Sen bütün gözleri idrak eder, bütün amelleri sayar; "perçem ve ayaklarından"(Alak: 15-16) yakalar, alırsın. Hakeza sadece senin yarattıklarından gördüğümüz, kudretinden hayrete düştüğümüz, saltanatının büyüklüğünden niteleyebildiğimiz sıfatlarını bilebiliriz. Bizim haberdar olmadığımız, gözlerimizin göremediği, akıllarımızın ulaşamadığı, aramıza perde gerdiğin o gayb âlemi ise çok büyük!
Arşını nasıl diktiğini, mahrukatını nasıl yarattığını, gökleri havaya nasıl astığını, ırmakları ve su dalgalarını yeryüzüne nasıl yaydığını öğrenebilmek için bakışlarını yönelten, fikrini çalıştıran bir kimsenin gözleri yorulur, aklı karışır, şuuru bulanır, fikri hayrete düşer, şaşa-kalır.”
İkinci eksende insanın korku ve ümidine işaret etmekte. Üçüncü eksende Peygamber Efendimiz’in bizim için bir örnek olduğu ve ona uymamız gerektiğinden dördüncü eksende ise geçmiş peygamberlerin katlandığı zorlukları ele alır. Bu hutbenin sonunda Hz. Ali (a.s.) basit hayatından bahseder. Bu üç bölüm korku ve ümidin devamıdır. Şimdi bu konuya değineceğim:
Hutbe şöyle devam ediyor: ...(Birisi) Allah'a ümit bağladığını iddia ediyor. Allah'ın azametine yemin olsun ki yalan söylüyor. Ümit ediyor da niçin ümidi, ameli ile ortaya çıkmıyor? Her kim ümit ederse ümidi amelinde ortaya çıkar. Onun ise Allah'a ümitten başka her ümidi amelinde gözükür. Allah'a ümidi ise kusurludur. Allah korkusu hariç her korkusu yerindedir. Allah korkusu ise amellerine yansımadığı için gerçek değildir.
Büyük şeyleri Allah'tan umar ve küçük şeyleri ise kuldan ümit eder. Ama Allah'a vermediği (değeri) kula veriyor! Niçin kullara verilen değer şanı yüce Allah'a vermiyor? Umudunun yalan çıkacağından mı korkuyorsun? Yoksa O'nu umuda layık mı görmüyorsun? Aynı zamanda kullarından birinden korkarsa ona, Allah'a göstermediği saygıyı gösterir. Kullardan korkusu peşin, Rabbinden korkusu veresiye iledir. Dünyayı büyük gören, kalbindeki yeri yüce olan, onu Allah'a tercih eden, böylece sadece dünyaya bağlanan, dünyaya dalıp giden ve dünyanın kulu olan Allah'ın Resulü; Dünyanın çirkinliklerine ve alçaklıklarına, dünyaya düşkünlüğün ayıplığına ve kötülüğüne karşı sana güzel bir örnek bir ve delil olarak yeter. Çünkü dünya etrafıyla Peygamber'den alınmış, bütün yönleriyle başkası için hazırlanmıştır. Peygamber onun sütünden kesilmiş ve süslerinden yüz çevirmiştir.
Bir kişi İmam Sadık’ın (a.s.) yanına gelerek bir kimsenin Allah’tan çok ümidi olduğunu ancak çok günah işlediğini söylüyor. İmam cevaben diyor ki: yani yalan söylüyor ve Allah’tan ümidi yok. Çünkü bir şeyi ümit eden insanın amel ve davranışları ümidi ile mutabık olarak ortaya çıkar. Eğer Allah’ın rahmetinden ümidiniz varsa Allah’ın rahmetini kendinize çekecek şekilde davranmalı ve onun peşinden gitmelisiniz.
Hz. Ali (a.s.) Allah’tan başkasından ümit beklemenin insana fesad ve zarardan başka bir faydası olmadığını sadece Allah’tan ümit edilmesi gerektiğini ve Allah korkusundan başka bir korkunun yanlış olduğunu ve yüreklerde bulunmaması gerektiğini söyler.
Bu yüzden insan bu dünyada Allah’ı düşünmeli korkusu ve umudunu Allah’a tabi kılmalıdır.
Muhammed Rıza Yusufi’nin Nehcü’l Belağa’nın 160. Hutbesinin okunması toplantısındaki konuşmasından alıntıdır.
4144325