IQNA

Müslümanların felsefe ile tanışması, İslam felsefesinin oluşumu ve gelişimi

2:01 - November 16, 2023
Haber kodu: 3482442
ANKARA (IQNA) - İslam dünyasında, yapılan tercümeler ve bu ilimlerle hemhal olunması ile birlikte birçok filozof yetişmiş ve bu filozofların etraflarında toplandıkları farklı felsefi ekoller oluşmuştur.

Müslümanların felsefe iyi tanışması, İslam felsefesinin oluşumu ve gelişimiFelsefe “Varlık, bilgi ve değerler alanıyla ilgili problemleri akılcı, tenkitçi yöntemlerle inceleyen ve temellendiren sistemli fikrî faaliyetler bütünü” olarak tanımlanmaktadır. (DİA, Felsef mad. 12. Cilt, s.311-319)

Hz. Peygamber’in (sav) vefatından sonra İslam coğrafyası fetih faaliyetleri ile genişlemeye başlamıştır. Bunun bir sonucu olarak başlangıçta yalnızca Hicaz bölgesinde yaşayan ve buradaki insanlarla ve inançlarla muhatap olan müslümanlar farklı kültür, inanç ve düşüncelerle karşılaşmaya başlamışlardır. Fetihlerle birlikte Helenistik, Hint, İran gibi farklı kültürlerle karşılaşan müslümanlar onlara inançlarını anlatabilmek ve sordukları sorulara cevap verebilmek adına onlara ait bilgi birikimine de sahip olmaları gerektiğini anlamışlardır. Bunun bir sonucu olarak VIII. Yüzyıldan itibaren hem kişisel merak ve teşebbüsler hem de devlet desteği ile ilk tercüme faaliyetleri başlamıştır. İlk başlarda tercüme faaliyetleri tıp kitapları ile sınırlı iken Abbasi halifesi Mansur İranlı kâtibi Abdullah b. Mukaffa’a Aristo’nun Organon isimli mantık eserinin ilk üç kitabını ve Porphyrios’un Eisagoge adlı eserini tercüme ettirmiştir. Ayrıca İbni Mukaffa İran kültür ve tarihine ait de Pendnâme, Hudâyînâme, Kelile ve Dimne gibi eserleri de Arapça’ya çevirmiştir. Aynı dönemde Batlamyus ve Öklid’in de eserleri çevirilmiştir. Yine Hintli bir seyyahın getirdiği matematik ve astronomiye ait eserlerin tercümesi de İslam dünyasına büyük katkı sağlamıştır.

Me’mun zamanında Beytülhikme’nin kurulması ile birlikte tercüme faaliyetleri daha düzenli ve sistematik halde yürütülmeye başlamış ve burası İslam dünyasında felsefi ve pozitif ilimlerle ilgili faaliyetlerin yürütüldüğü bir merkez haline gelmiştir. Beytülhikme’de pek çok dilden Arapça’ya tercümeler yapılmıştır. Tercüme yapıldığı bilinen diller şunlardır: Grekçe, Süryanice, Sanskritçe, Nabatî dili ve Farsça. Tercüme faaliyetleri yaklaşık 300 yıl kadar sürmüş ve bunun bir neticesi olarak da İslam dünyasında pek çok filozof ve ilim adamı yetişmiştir.

İslam dünyasında, yapılan tercümeler ve bu ilimlerle hemhal olunması ile birlikte birçok filozof yetişmiş ve bu filozofların etraflarında toplandıkları farklı felsefi ekoller oluşmuştur. Bu ekoller şunlardır:

Dehriyye: Materyalist ve atest bir görüş benimseyen bu ekol daha çok ilhad hareketlerini ifade etmektedir. Bu akımı daha çok eski İran kültürüne bağlı ve maniheist inancı devam ettiren kimseler takip etmişlerdir. İslam dünyasında dehriyyenin temsilcisi olarak kabul edilen isim İbnü’r-Râvendî’dir.

Tabiatçılık: Kur’an-ı Kerîm’de geçen tabiat ve evrenle ilgili ayetler ile yapılan tercümeler içerisindeki tabiata dair bilgiler İslam alimlerinin tabiat ilimleriyle ilgilenmelerine vesile olmuştur. Tabiatın oluşumu, gelişimi ve değişimi üzerine yapılan araştırmalar ve akıl yürütmeler ile birlikte tabiat felsefesi oluşmuştur. Câbir b. Hayyân ile Ebûbekir er-Râzî bu felsefenin temsilcilerinden sayılmaktadır.

Meşşâîlik: İslam felsefesinde en etkili ve geniş etkiye sahip olan felsefi akımdır. Meşşâilik temelde Aristo felsefesine dayanmakta olup İslam dünyasında bu ekolü Kindî, Fârâbî, İbn Sînâ, İbn Rüşd gibi önemli filozoflar temsil etmiştir. Meşşaîler felsefi düşüncelerini oluştururken temellendirmelerini Aristo mantığına dayandırmış ayrıca Aristo’nun mantık külliyatı olan Organon isimli eserini hem tercüme hem de şerh ederek anlaşılmasını sağlamışlardır. Ayrıca bu filozoflar mantığı ön plana aldıkları ve aklı önceledikleri için rasyonalist kimselerdir. Aklı öne alıp vahyi akla göre tevil etmişler ve akıl ile vahyi uzlaştırmaya çalışmışlardır. Ayrıca hem doğu hem batı hem de Helenistik düşünceleri içinde barındıran bir yapı olması hasebiyle Meşşâîlik eklektik bir yapıya sahip olmuştur. Ayrıca ahlak anlayışlarının temelinde mutluluk olan bu filozoflar her zaman iyimser bir bakış açısına sahip olmuşlardır. Meşşâîler metot ve sistematik olarak Aristo’yu temel alırken dini meselelerde ondan tamamen ayrılmışlardır.

İhvân-ı Safâ: X. Yüzyılın ikinci yarısında Basra’da ortaya çıkan bu akım daha çok gizli bir hareket olarak faaliyetlerini yürütmüştür. Hareketin asıl amacıyla ilgili net bilgiler bulunmasa da pek çok bâtınî eğilimi içerisinde barındırdığı düşünülmektedir. Dinin sapık fikirlerle değiştirildiğini ve bozulduğunu iddia eden İhvân-ı Safâ bunun ancak felsefe aracılığıyla düzeltilebileceğini savunmuştur.

İşrâkîlik: XII. Yüzyılda Meşşâiliğe karşı kurulmuş olan felsefi akımdır. En önemli temsilcisi Şihâbeddin es-Sühreverdî olup gerçek bilgiye akıl ile değil mistik yollarla ulaşılabileceğini savunmuştur. Meşşâî filozofların Aristo felsefesini temele aldıkları gibi İşrâkî filozoflar da Eflâtun felsefesini temele almışlardır. İşrâkîliğin şekillenmesinde İran hikmetinin de etkisi önemlidir. Bu akıma mensup önemli filozofların eserlerindeki irfani ve tasavvufi konulara ayırdıkları bölümler veya yazdıkları müstakil eserler onların tasavvufi eğilimlerini de ortaya çıkarmakta ve İran hikmetinin İşrâkîlik üzerindeki etkisini göstermektedir.

İslam filozofları arasında yukarıda belirtilen ekollerin herhangi birine bağlı olmaksızın düşüncelerini ortaya koyan bağımsız denilebilecek filozoflar da yetişmiştir. Bu kimselere Gazzâlî, Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî, Ebû Reyhân el Bîrûnî, İbnü’l-Heysem ve İbn Haldûn gibi isimler örnek gösterilebilir. Ayrıca XX.yüzyılın başlarına kadar felsefe ve kelâmın bir arada yürütüldüğü bir dönem mevcuttur. Bu dönemde önemli kelâm alimlerinin eserlerinde hem felsefe hem de kelâma ait problemlerin bir arada işlendiği görülmektedir. (DİA-Felsefe mad. 12.cilt, s.319-330)

Yazar: Eda Günay

captcha